Dış Köşe

Gündelik hayat politiktir – E. Attila Aytekin

0

atilla aytekinDefne Koryürek’in Arkitera’ya verdiği ve tüketim alışkanlıklarıyla iktidarın kent, çevre ve insan düşmanı, rant odaklı politikaları arasındaki ilişkiye değindiği röportajı kanımca yeterince ilgi çekmedi. Oysa röportajın içeriği bir yana, başlığı olarak seçilen cümle gayet çarpıcı: “İndirimden Aldığımız Sekizinci Tişört ile 3. Köprü Arasında Dümdüz Bir Bağ Var”.

Koryürek’in söylediklerinin sol tarafından çok ciddiye alınmaması anlamak belki mümkün. Koryürek televizyonda yemek programları yapan bir kişi, ayrıca sağlıklı ve bilinçli gıda tüketimi platformu Fikir Sahibi Damaklar’ın kurucusu. Pahalı bir kafenin sahibi. Yani, pek çok açıdan tuzu kuru denilip geçilebilecek bir portre. Dahası, Koryürek’in getirdiği öneri de esasen tüketimi sınırlamaya yönelik. Emekçilerin üretimden gelen gücü kullandığı eylemlerin başarılı olduklarındaki muazzam etkisini bilenlerin boykot gibi tüketim eksenli eylemlere soğuk bakmaları da anlaşılır.

Öte yandan kanımca Koryürek çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor: tüketim pratiklerimizle makro ölçekli politikalar arasındaki bağ. Tüketim elbette gündelik hayatın önemli bir veçhesi ama gündelik hayat tüketimle sınırlanamayacak kadar çok katmanlı ve karmaşık. Bu yüzden söz konusu röportajı daha geniş anlamda gündelik hayat pratikleriyle ülkede uygulanan makro ölçekli siyasi ve ekonomik politikalar arasındaki ilişkiyi düşünmemiz için bir vesile olarak görebiliriz.

Gündelik hayatın önemine en çok dikkat çeken ve konu üzerinde en sistemli biçimde düşünen kuramcı Fransız Marksist filozof ve kent kuramcısı Henri Lefebvre olmuştur. Lefebvre gündelik hayatın ritüel karakteri, kırılganlığı, kahredici rutinliği, ama aynı zamanda zenginliği ve potansiyelini çok iyi kavramış ve “Gündelik Hayatın Eleştirisi” adlı 3 ciltlik anıtsal eserinde işlemiştir. Gündelik hayat asla önemsiz, sıradan, ikincil değildir. Tersine gündelik hayat varoluşun en temel katmanıdır; kapitalizmin doğurduğu yabancılaşma insanlarca en yalın haliyle gündelik hayatta tecrübe edilir. Dahası, Lefebvre’e göre kapitalizm yaşadığı krizlere rağmen sadece kenti değil aynı zamanda gündelik hayatı keşfederek ayakta kalmıştır. Sermaye ve devlet gündelik olanı tüketim üzerinden örgütleyerek sömürür. Denetim ve gözetim yoluyla farklılığı yok eder, arzuyu bastırır ve yerine asla doyurulamayacak bir tüketim güdüsü koyar. Ancak gündelik hayat sermaye ve devletin bütünüyle sömürgeleştirdiği bir alan değildir. O sarsılmaz görünen rutinlik arasında boşluklar ve çatlaklar vardır; gündelik hayat içinde özgürleştirici edimlerin hayat bulabileceği zaman ve mekânlar bulmak her zaman mümkündür. Eğer anlamlı bir toplumsal değişmeden bahsedeceksek bu, gündelik hayattan başlamak zorundadır.

Bugün Türkiye’de gündelik hayatın öneminin toplumsal muhalefet kesimlerince çok az anlaşıldığını söylemek yanlış olmaz. Siyaset ve gündelik hayatın ayrı şeyler olduğu ve günlük pratiklerimizin siyasi olmadığı konusunda iyice yerleşmiş kanı mevcut. Bu kanı öyle kuvvetli ki daha eskiye dayanan ancak özellikle AKP iktidarının son yıllarında kristalize olan bir paradoks yaratıyor: iktidarın özellikle kentlerde yürüttüğü, ancak HES’ler, orman arazileri, en son çıkan büyükşehir kanunu vs. üzerinden kıra da yaydığı rant ve inşaat eksenli ekonomik büyüme ve yandaş zenginleştirme politikalara karşı çıkan kesimlerin önemli bir kısmı gündelik pratikleriyle bu politikalara fiilen destek veriyor.

Lafı esirgemenin gereği yok. Çoğumuz bunu farklı şekillerde yapıyoruz. Mesela her otomobilde bir kişi olmak üzere her yere arabayla gidip sonra sürekli yol yapıyorlar; kaldırımları, yaya geçitlerini ihmal ediyorlar diye şikâyet ediyoruz. Ne yapalım vaktimiz yok, çocuğu alacağız, hava kötü…

Rant eksenli imar politikaları kentlerin kimi merkezi semtlerini geriletiyor diye hayıflanıp sonra merkezden uzak semtlere taşınıyoruz. Evler eski, çocuğun okulu uzak, park yeri sıkıntısı var…

Dağı taşı AVM doldurdular, yeter artık diye söylenip yine de sık sık AVM’ye gidiyoruz. Her şey bir arada bulunabiliyor, vakit kaybı olmuyor, eve yakın, sinemasının perdesi büyük…

Şehir merkezlerindeki kitapçılar kapanınca üzülüp sonra kitaplarımızı internetten alıyoruz. Çok rahat, kapımıza kadar getiriyorlar, hem akşam saatlerinde trafik oluyor, aradığımız kitabı bulmak için dolaşmak lazım…

Kısacası şu ya da bu nedenle sokağa çıkmaya üşeniyor, araçlara, AVM’lere, evlere, internet başına tıkılıp kalıyoruz; aynını bizim gibi pek çok kişi yapınca da sonuçlarından rahatsız oluyoruz.

Elbette mesele bazı bireysel tercihlerin değiştirilmesinden ibaret değil. İktidarın ve sermayenin dayattığı kimi günlük pratikleri kırmak için, alternatif bir gündelik hayat kurmaya başlamak için özgürleştirici zamanlar ve mekânlar yaratmak konusunda kolektif olarak düşünmemiz gerekiyor. Ancak en azından günlük pratiklerimizden daha kolay değiştirilebilir olanları değiştirmeye çalışmak aynı zamanda bir kişisel sorumluluk.

Bir parkı korumak için, bir AVM daha yapılmasın diye sokağa çıkan, gaz yiyen, polis şiddetine maruz kalan, direnişte hayatını kaybedenler için büyük kedere boğulan insanlar ilk fırsatta kendilerini en yakın AVM’ye atıyorlarsa bu çelişkiyi daha fazla görmezden gelemeyiz. Ülkeyi AKP’den kurtarmak için gündelik hayatımızı kurtarmaya başlamalıyız.

E. Attila Aytekin – http://haber.sol.org.tr

 

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.