Dış Köşe

İnekler yemini kendi üretir – Abdullah Aysu

0

Yaşadıkları yörenin iklimi, arazinin dağlık veya düzlük oluşu, otun cinsi ve boyu hangi hayvanın ağız yapısına uygunsa, o hayvanlar, o bölgede yaşar. Yaşayabilenler oraların yerli ırkı olur. Sözün özü; doğa belirleyicidir. Yerli hayvan ırkların oluşmasına insanların katkısı nerdeyse yoktur.

Hayvansal protein kaynaklarımızdan birisi, yerli sığır ırklarıdır. Yerli sığır ırkları; Boz ırk, Yerlikara, Doğu Anadolu Kırmızısı ve Güney Anadolu Kırmızısı’dır. Boz ırk şimdi yok denilebilecek durumda. Kilis de denilen Güneydoğu Anadolu Kırmızısı ise tükenmeye yüz tutmuş. Yerlikara ile Doğu Anadolu kırmızılarının ise saf ırklarını bulmak artık güç. Yalnız bu tükenişler yaşadıkları yöreye uyum sağlayamayışlarından değil; yanlış ve tercihli hayvancılık politikalarıdır.

Sığırcılığımızın geçmişine baktığımızda, halkımızın deyimiyle, “huyu suyu bizden” yerli sığır ırklarımızı ıslah etmek yerine ilk başlarda melezleme yoluna gitmişiz. Melezleme için Cumhuriyetin ilk yıllarında (1925) Esmer ırkı getirmişiz. İlk yıllarda melezlemeyi tamamen İsviçre Esmeri olan bu Esmer ırka dayandırmışız. Kendi yerli ırklarımızdan kopuşumuz onları ıslah etmeyişimiz, hazıra konma kolaycılığımız böyle başlamış. Kültür ırklarına 35 yıl sonra (1958’de) Siyah Alaca (Holstein Freisian) ineklerini ithal ederek devam etmişiz. Aynı yıl sütçü ırk olarak Jersey, etçi ırklardan Aberdeen Angus ve Hereford’u ithal etmiş, kamuya ait işletmelerde yetiştirmişiz. Bu yıllar, 1950’lerin sonudur. Arada az sayıda Angler ve Simental ırklar da ithal emişiz. İthalata dayalı politikalara aralıklı olarak günümüze kadar sürdürmüşüz. 1987-1996 yılları arasında yaklaşık 300 bin gebe düve ithal etmiş, 1996 yılında ithalatı kontrol altına almışız. Fakat 2010 yılında ithalat kapısı yeniden aralamış, ithalat yoluyla 2012 yılı sonuna kadar 140 bin baş dişi sığır ithalatı yapmışız. Sığırcılık politikalarının 90 yıllık öyküsü üç aşağı beş yukarı aktardığım şekilde yürütülmüş.

Yerli ırklar yiyeceğini kendisi üretir

Aslında yerli hayvan ırkları, yiyecekleri otun tohumunu merada otlamak için gezinirken toprağa düşürürlerdi. Toprağa düşürdükleri bu tohumları toynakları ile toprakla temasını sağlarlar yani ekerlerdi. Dışkılarıyla tohum ve çimene ihtiyacı olan gübreyi (gıdayı) verirlerdi. Tohum bu gıdayla beslenerek seneye yeniden sürer, hayvanlar da bu yeniden sürmüş otlarla beslenirlerdi. Bu döngü böyle devam ederdi. Bu döngü, meraların amaç dışı kullanıma açılması ve modernlik adı altında hayvanların mera yerine içeriye kapatılmasıyla kırıldı. Döngünün devam ettiği dönemde doğa mutlu, hayvanlar özgür, yetiştirici kazançlı olurdu. Ekoloji için de olması gereken buydu. Merada yetiştirilen hayvanlardan elde edilen ürünler ise, besin bakımından zengin ve sağlıklı olduğu kadar, doğaya da zarar vermez aksine katkı koyardı. Hayvanların dışkıları bitkisel üretimde kullanılır, çöp olmazdı.

Büyükşehir yasası ile meraların tasarrufu belediyelere ve merkezi idareye geçti. Bu değişiklikle meralar sığırlara kapatılıyor, rantiyecilere açılıyor. Hayvanlar, GDO’lu yemlerle besleniyor. Yemlere katılan sakatatlarla otobur hayvanları, etobur yapıyoruz, yetmiyor; vitamin ve antibiyotik ile destekliyor, ürünlerini sağlıksızlaştırıyoruz. Bu nedenle hayvanların dışkıları artık bitkisel üretimde bile kullanılamıyor. Çöp oluyor.

Abdullah Aysu – Özgür Gündemabdullahaysu

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.