KitapManşet

Malan Barkirin: Zorunlu göç anlatıları

0

Malan Barkirin, 90’lı yıllarda Kürt coğrafyasını vuran zorunlu göç üzerine bir kitap. Bölgede süren savaştan ötürü evini, köyünü, şehrini bırakıp göç etmek zorunda kalmış/gitmeye zorlanmış insanların tanıklıklarından oluşuyor. Tanıklıkları toplayan dört kadın, Özlem Yağız, Divan Yıldız Amca, Emine Uçak Erdoğan ve Necla Saydam, anlatan kişileri zorlamadan, anlatıları belli bir başlığın altına hapsetmeye çalışmadan sözlü tarih tekniğiyle toplamışlar öyküleri. Bu nedenle anlatıların kimisi göçün gerçekleştiği travmatik ana odaklanırken, diğer bazıları hikayeye ta 1915’ten başlıyor. Anlatıların bazısının kalbinde yoksulluk yatıyor, diğerlerindeyse hiç bitmeyen bir yas. Hikayeler genellikle aynı aileden birkaç kişi tarafından anlatılıyor. Bu sayede kitap bize, aynı deneyimin ailelerin farklı yaş ve cinsiyetlerdeki fertleri üzerinde nasıl başka başka izler bıraktığını da gösteriyor. Görüşmeler zorunlu göçün duraklarından olan İstanbul, İzmit, Antalya, Diyarbakır, Midyat, Şırnak, Uludere ve Ayvalık’ta yapılmış, ancak görüşülen kişilerden kimi aslında yurtdışında ikamet ediyor. İsimlerden bazısı gizli, bazısı değil.

Malan Barkirin yani evlerini yüklenip de gidenler

Kitap adını Şivan Perwer’in Dersim Göçü’ne yaktığı ağıttan alıyor: Malan Barkirin yani evlerini yüklenip de gidenler. Ama insan bu, yüklenip de gidemiyor evini. Ev dediğin bir sandık değil ki kapağını kapatıp sırtına vurasın. Taşınabilen en fazla yorgan döşek, kap kacak, bir de donmuş kalmış hatıralar. Gerisi kalıyor: bağlar, bahçeler, biçilmemiş buğdaylar, dalında çürüyen şeftaliler, koyunlar, kuzular, üstüne toprak  vurulmadığı için çöken damlar, gün be gün eriyen kerpiçler, aceleyle kaçarken bırakılan elbiseler, kümesteki tavuklar. Kalan da beklemiyor tabii, eğer yakılmadıysa, yıkılmadıysa zamana yenik düşüyor, ölüyor, soluyor, otlanıyor, böcekleniyor. Malan Barkirin, sadece kemikleri bir uçurumun dibinde yatan evlatların, çocuğunun yanıbaşındayken katledilen babaların, mezarları sır olmuş dedelerin ninelerin değil işte o tarlaların, o kuzuların da hikayesi. Artık kurulamayan misafir sofralarına, hükmü kalmamış ünvanlara, mayın döşeli çayırlara, şırıltısını o sese hasret bir kulağa iletemeyen derelere de yakılan bir ağıt.

http://www.youtube.com/watch?v=pOSaU9lxq4M

Kitapta tanıklığı anlatılanların önemli bir kısmı koruculuk kıskacında göç etmek zorunda kalan Kürtler. Kimi korucu olmayı kabul etmeyince tehditlere yenilip göç etmiş, kimi evi askerler tarafından gözünün önünde yakılırken bir anda evsiz barkısız kalmış. Köy yakmalar, boşaltmalar, tehditler, ev baskınları, dayak, işkence, zorla kaybetmeler ve suikastler insanları kaçmaya zorlasa da anlatılardan daha az bilinen ama son derece hayati pek çok başka meselenin de varlığını öğreniyoruz: Örneğin, PKK’nin yerel halktan yiyecek desteği almasını engellemek amacıyla her ailenin şehirden alıp köye getirebileceklerine uygulanan kısıtlamalar ve bu kısıtlamalar nedeniyle yaşanan yoksulluk ve açlık; korucu köyleri ve koruculuğu kabul etmeyen köyler arasında yaşanan husumetler ya da kadınların maruz kaldıkları cinsel şiddet tehdidi. Bir diğer tarafta ise PKK’nin yardım istemek, haraç/vergi toplamak, dağa çıkmaya teşvik etmek hatta kaçırmak şeklini alan baskıları ve devletle işbirliği içinde olduğu düşünülen Kürtlerin maruz kaldığı şiddet var. İki ateş arasındaki Kürtlere kalan ise eğer henüz zorla yerlerinden edilmedilerse bile göç etmek.

Ancak kitaptaki tanıklıklar Kürtlerinkilerle sınırlı değil. Savaş coğrafyasında yaşamak zorunda kalan ve neredeyse toplu halde Avrupa ülkelerine kaçan Süryanilerin ve Ezidilerin (kendilerine böyle diyorlar) tanıklıklarına da yer veriliyor.   Ancak Süryanilerin ve Ezidilerin hikayeleri 80’lerde değil 1915’le başlıyor. 1915 ve sonrasında Ermenilerin kaderini paylaşan bu iki halkın maruz kaldığı şiddetin bir ayağını devletin yaptıkları oluştursa da onları göçe zorlayan önemli nedenlerden biri de Müslüman Kürtlerin ve Türklerin gündelik hayatta uyguladığı ayrımcılık. Kendilerini savaşın içinde bulduklarındaysa ne kadar yalnız ve korumasız olduklarını, her iki tarafın da en kolay onları harcayacağını farkedip akın akın terkediyorlar memleketlerini. Ancak bunun da bir çeşit zorunlu göç olduğunu ifade etmek şart. Yani Süryani köyleri boşaltılmamış olsa da devletin Süryanilere pasaport dağıtması, iltica başvurularının kabul edilmesini kolaylaştırmak için gerekli belgeleri sunması bize sistematik bir yerinden etme politikasının uygulandığını gösteriyor. Üstelik 1976 ile 2006 yılları arasında 63 Süryani’nin faili meçhul cinayete kurban gitmiş olması da Süryanilerin de savaşın içine nasıl çekildiğini gözler önüne seriyor.

Kürtleri, Mıhellemileri, Ezidileri, Süryanileri gittikleri yerlerde başka cehennemler bekler. Evini, barkını, geçimlik toprağını, tarlasını, bağını bahçesini, hayvanlarını kaybetmiş insanları vardıkları kentlerde derin bir yoksulluk sarmalamaktadır. Göçün ağaları inşaatlara bekçi yaparak yaraladığını; 4-5 yaşında çocukları su satıcısı, 6 yaşındaki kızları küçük kardeşlerinin annesi, kadınları dilsiz, erkekleri güçsüz kılarak vurduğunu da öğreniyoruz kitaptan. Kentlerin kenarındaki ya da göbeğindeki göç mahallelerinde yazarlara anlatılanlar kaçıp canını kurtaranların, kurtarabildikleri tek şeyin canları olduğunu gösteriyor.

Malan Barkirin’in ışık tuttuğu karanlığa bakmak cesaret istiyor. Okunan her bir hikaye çöküyor insanın üstüne. Bir kere tanık olduktan sonra, bir kere bildikten sonra bilmemek, görmemek, unutmak, yokmuş gibi yapmak mümkün değil. Ne kadar çok insan duysa, ne kadar çok insanın sırtına dağılsa bu yük, o kadar iyi diye düşünmüş olmalı yazarlar. Ancak çok acıdır ki muhtemelen yayınevinin Timaş olmasından ötürü kitabı Beyoğlu’ndaki kitapçılarda bulmak pek mümkün değil. Kitapçılardan isteyin, sıkıştırın, sonra internetten satın alın; ama illa ki okuyun bu kitabı, memleketi saran karanlığa bir bakın.

Malan Barkirin: Zorunlu Göç Anlatıları

Özlem Yağız, D. Yıldız Amca, Emine Uçak Erdoğan, Necla Saydam

Timaş Yayınları, 2012

 

 

Hilal Alkan

More in Kitap

You may also like

Comments

Comments are closed.