Yeşeriyorum

Neyi unuttuk hatırla

0

Hayat nedir? Bu soru sıradan bir soru değildir. Çünkü bu sorunun cevabı aynı zamanda insan yaşama müdahale edebilir mi, buna yetkisi var mı soruları ile yakından irtibatlıdır. Eğer Hayat bir armağandır şeklinde bir cevap veriyorsanız o zaman insanın da dünyaya müdahale etme, yaşam zincirini bozmak gibi bir hak ve yetkisinin de olamayacağı şeklindeki saptama kendiliğinden doğru bir etik cevap olacaktır. Yok hayat bir armağan değil ise o zaman da yaşam üzerinde her tür tasarruf bir hak olarak görülür.

Kürtaj tartışmaları dolu dizgin sürüp giderken Yeşillerden bu konuda benim bedenim benim kararımın ötesinde bir şey çıkmamış olması Yeşillerin hayata ekoloji penceresindeb bakma noktasında ne denli eksik kaldığını, hani neredeyse eğer İklim Değişimi meselesi de olmasa ekoloji konusunun gündemimizden tamamı ile düştüğü söylenebilir. Yeşiller arasında derin ekolojist eko feminist gibi farklı ekoloji anlayışlarını savunanlar olmayınca ya da sesleri sol yeşil tahayyülün baskınlığı nedeniyle kısık kaldığından ekoloji meselesi de bilimsel bir tahayyül ya da çevre olgusu olmanın dışına çıkamadı.

Oysa kürtaj meselesi basabayağı etik bir tartışmaydı ve ekolojist bir bakışa da gollük paslar atıp duruyordu. Çünkü  kürtaj meselesi eninde sonunda bizzat hayatın ne olduğu ve onun üzerinde tasarruf hakkımızın olup olmadığı ya da ne kadar ne düzeyde olduğu/olacaksa da ne kadar ve ne düzeyde olacağı meselesinden asla ayrı düşünülemez. Ha keza iklim değişimi tartışmaları da , su  meselesi de, GDO meselesi de dahası boğaza yapılacak üçüncü köprü meselesi de bu soru ve onunla bağlantılı bir sorudur.

İnsan insan olarak ontolojik tartışmalardan ve dolayısıyla da varlığın neliğine ilişkin sorulardan kaçamaz, tam da bu yüzden İntiharın felsefi bir mesele olduğunu söyleyen Camus çok haklıdır. Ölüm ve hayat anlam ve değer tartışmasından hiçbir biçimde bağımsız değildir.

Peki biz Yeşiller; İklim Değişiminden, Su ve Toprak meselesine, çevre kirliliği olarak adlandırılan konularda ne kadar ekolojist bir tavır içindeyiz, mesela İklim  Değişimi ile ilgili tartışmalarda kamuoyu önünde İklim Değişiminin  asıl kurbanlarının bitki ve hayvanlar olduğunu, biz Yeşillerin de bu meseleye onların yanında saf tutan bir tavır ile baktığını net olarak ifade ettik mi? Oysaki bu tartışma fena halde insan odaklı bir tartışma, İklim Değişiminin uygarlığın sonunu getireceği vb söylemlerin odağında insan yer alıyor. Ve hiç kimse yersiz yurtsuz kalma durumunda olan kutup ayıları, foklar, morslar, penguenler vb için kaygı duyduğundan İklim Değişimini yavaşlatmaktan söz etmiyor. Tundra Tilkilerini hatırlayanınız var mı ya da tundralara özgü bitki örtüsünü? 1 derecelik ısınma uygarlığımızı çok etkilemez ama bir çok hayvan ve bitki türünün, bakteri ya da virüs türünün sonunu getirir. Denizlerdeki ısınma bir çok canlı türü için ciddi bir tehdit anlamına geliyor.
İklim değişimi ile ilgili çizilen senaryolarda en çok korku nedenlerinden biri olan susuz kalmak tehlikesinin en büyük anlamının yeri yurdu ,yuvası ırmak olan bir çok canlı türünün susuzluk nedeni ile ölmesi demek olduğunu hatırlıyor muyuz? Böyle bir şey aklımıza geliyor mu?

Oysaki dünya üzerindeki doğal süreçlerdeki bozulma kaynaklı olan ekolojik sorunların yaratıcısı insan türü. Mesela tarım ve evcilleştirme ile doğaya müdahale ederken bir takım canlı türlerini kendimize göre uyarladığımızı hiç düşündük mü? Ya da çiftçi için baş belası anlamına gelen yabani otların da o toprağı en az buğdaylar kadar yurt edinme hakkı olduğunu söyleme cesaretini gösterecek bir baba ya da ana yiğit/yiğide var mı?

Kürtaj esnasında gündeme gelen nüfusun azlığı çokluğu meselesinin diğer canlılara bakan yüzünü hiç düşünebildik mi? İnsan sayısının çoğalması ve yayılması nedeni ile bir çok canlı türünün insanlarca öldürülmesinin hak ya da reva mı olduğunu hiç sorduk mu? Oysaki kaplanlar niye durup dururken insana saldırsın ki, ya da beyaz köpekbalığı için etimizin çok da lezzetli bulunmadığını biliyor muyuz, hindistanda en çok ölüm nedenleri arasında yer alan kobra kaynaklı yılan ısırmalarının asıl nedeninin biz insanların onların yuvasına tecavüzümüz olduğunu düşündük mü?

Soruları ve saptamaları uzatmak mümkün. Kürtaj meselesi de aynı insan merkezci bakıştan muzdarip ve yine aynı soru ile malul hayat nedir ve hayatın doğasına müdahaleye hakkımız var mı?

Yeşiliğimiz Nereye Gitti?

Bu konuda meseleye bu yerden yaklaşan bir yeşil gördünüz mü? Yeşiller tersine meseleye tamamı ile Anne üzerinden bakarak Kürtajı hak sayanlarla aynı safta yer aldı? O zaman tutarlı olalım ve kürkü için anne karnından alınan kuzular için de safımızı kuzuyu alandan yana kuralım. Çünkü bu ikisi arasında fark yok. Cenin ya da embriyonun yaşama hakkı ile bir kedi yavrusunun yaşama hakkı arasında mahiyet noktasında bir fark bulunmaz. Eğer hayat armağansa ve hâlâ sırrına tam olarak vukufiyet gösteremediğimiz bir mucize ise o zaman o hayata son vermek olası değildir. Bir köpeğin yaşama hakkına müdahale etmek, bir morsun yaşama hakkını savunmnak, kardelenler için mücadele etmekle bir cenin için mücadele etmek noktasında hayata ekolojinin penceresinden bakıyorsanız hiç bir fark yoktur.

Hayatın bir anlamı var mıdır? Hayat değerli midir? Bu sorulara verilecek yanıtlar safınızı Descartesten mi yoksa Oturan Boğa’dan yana mı kuracağınızı belli eder. Eğer Oturan Boğa iseniz toprak sizin anneniz, ırmaklar kızkardeşinizdir ve insan, hayvan, bitki, toprak ve hatta kaya aynı ailenin bireylerdir. Tıpkı yaratılanları ev ahalisi olarak tanımlayan İslam peygamberi gibi. Ve ne ilginçtir ki Ekolojide eko sistem kavramı ile aynı şeyi söyler. Güneş, toprak, hava, bitki, hayvan, bakteri, su bunların tümü aynı sistemde yer alır. Hatta sistem teorisinin kökeninde bulunan Kuantum fiziği açısından canlı ile cansız arasındaki sınır da epeyi muğlaktır.

John Hopkins Üniversitesinde bir gelişim psikologu olan Janet DiPietro’da rahmin bir ekosistem olduğunu söylemiş. Bebek ve anne arasındaki ilişkideki simbiyotik yani ortak yaşar boyuta da dikkat çekmiş bu şekilde.  Hamilelik süresince bebek rahim kanalı ile anneye bir şeyler verirken, rahimden de anneden bir şeyler alıyor. Yani bir karşılıklı beslenme, ilişki durumu söz konusu. İşte yaşamın anlamı meselesi ve hamileliğin mucizesi üzerine sözler söylenecek bir nokta. Hamileliğin mucizesi lafzını bilinçli kullanıyorum. Çünkü bebeğin oluşması son derece kırılgan şartlara bağlı, bir şeylerin fazla ya da eksik olması halinde bebek oluşmuyor. Tüm şartlar optimal yani en uygun durumda olmalı. Bu optimallik bilimsel akılla çözebileceğimiz bir olgu değil. Bu ancak bilgelikle anlaşılabilecek daha doğrusu kavranacak bir şey. Rasyonel ya da gidimli akıl ile anlaşılması zor bir durum.

Hayat Bir Mucize

Doğa da aynı. Doğada hayatın oluşması hala çözemediğimiz bir takım uygun şartlara bağlı. Mesela hayat için olmazsa olmaz olan atmosferin oluşması için dünyanın ancak şu anki konumunda olması gerekiyor. Ne bir milim fazla, ne bir milim eksik. Çünkü eksik ya da fazla olması halinde atmosfer oluşmuyor. Milyonlarca yıllık evrim gibi bir açıklama açıkçası pek de ikna edici değil. Bunu ancak olağanüstülük ile izah edebiliriz kanımca.

Kısacası hayat nerden bakarsak bakalım bize verilen bir armağan ve biz bu armağana karşu hala egoistiçe bir tutum ile yaklaşıyoruz. Öyle ben merkezciziyiz ki hayatı kendimizden ibaret sayarak hayat hakkında karar verebilme cürretini gösterebiliyoruz. Cürret dedim ancak haddini aşan bir zihin; hayat gibi son derece karmaşık ve ancak kıyasla anlayabilecek akıl gibi bir yeti ile karar verebilme gücünü kendinde görebilir.

Hayat aklın penceresinden baktığımızda ancak bir tesadüf olabilir. Oysa bilgelik bize hayatın bir armağan olduğunu, mucizevi bir şey olduğunu söyler. Ekolojik bilgeliğin hayat karşısında derin bir huşu ile ifade edeceğimiz saygısının kaynağı da budur.

Kürtaj meselesinde de bakışımız ne bilgece, ne de ekolojik olabildi. Feminizmin rasyonel faydacı akıl anlayışının anne ile çocuk arasındaki ilişkiyi bir ayrılık ilişkisi olarak tanımlayan ve çocuk hilafına anneye Özne olma hakkı tanıyan son derece ben merkezci hatta solipist denecek bir bakış ile diyalektik ya da diyalojik olmayan, anlam ve değeri yok sayan insan merkezci bakış açısını benimsedik. Elbette bir insanın kendi hayatı ile ilgili muktedir olma hakkı yok sayılamaz, ancak hayat üzerine feminist cenahtan gelen söylem biçimi öylesine dehşete düşürecek kadar kartezyen bir bakış açısı taşıyordu ki embriyoya bir hayat değil, bir canlı hücre değil vücuttan kovulması gereken bir nesne gibi bakan araçsal akılcılığı bir ekolojist olarak benim kanımı dondurdu.

O an dedim ki eko-feministler olsaydı, dişi merkezcil bir bakışla anne ile bebek arasındaki ilişkiyi anlam değer bağlamı ile vücudu büyük bütün olarak doğanın bir parçası sayan, simbiyosisci bir bakış açısı geliştiren başka türlü bir akıl biçimini devreye sokar bu tartışmaların bu denli sığ sularda gitmek yerine hayvan hakları ile olan yakın bağına da dikkat çekerek derinleşmesine katkıda bulunur, ikili kutuplara dayalı eril zihin yerine dişil zihnin kuşatıcı, diyalojik ve diyalektik bakışı ile anne ile bebeği birbirinden ayırmadan, Özneye içkin bir bakış yerine anlama dayanan bilgece bir kavrayışı ortaya koyarak muhafazakârların kalesine gol üzerine gol yağdırırdı.

Derin ekolojiye dayalı bir yeşil hareket olsa HES tartışmalarına suyun akışına gem vurmak, onun doğasına aykırı bir iş yapmak hakkını nereden alıyoruz diyerek başka türlü bir tartışmaya alan açmış olurdu ve ardından muhafazakar hükümete sen müslüman olda öyle konuşalım der di. Ve böylece toplumun anlam dünyasına herşeyin sadece faydadan ibaret olmadığını anlatarak farklı bir düşünmeye de kapı aralardı.

Ama olmadı, bu topraklarda ekolojik bir bilgeliğe dayanan, üstelik bunu tasavvuf ile de irtibatlandırarak bu derin ekolojik bakışı yerli bir tasavvurla bütünleştirecek bir yeşil anlayış büyüyemiyor. Çünkü Kemalizm öyle bir nüfuz etmişki zihinlerimize başka türlü düşünme olanağını yakalayamıyoruz. Solun güçlü entelektüel cazibesi bizim düşünsel derinlik kazanmamaızı engelliyor.

Umarım Yeşiller EDP birleşmesi başka türlü bir sol ekolojinin de olabileceğini, sol ile bilgelik arasındaki derin bağı da kavrayacak bir biçimde anlam genişlemesi kazanmış bir birleşme olur da bu topraklar hiç tanımadığı bir sol kavrayış ile buluşur.

 

Dilaver Demirağ

 

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.