Dış Köşe

Sonbaharda isyan başkadır – Emek Çaylı Rahte

0
Dün Fransa’da, bugün İngiltere’de, belki yarın Türkiye’de, mücadelenin evrensel dili hep şunu söylemeye devam ediyor: “Yıkıcı tutku, aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur.”

“Eylemden sonra konuşan öğrenci liderleri ve akademisyenler, bina işgalini provokasyon olarak nitelendirenlere inat eylemin her anına sahip çıkıyorlar ve işgallerin öğrenci eylemlerinde her zaman tarihsel bir önem taşıdığını söylüyorlar.”

Londra’da Baskı ve Mücadelenin Evrensel Dili Konuşuyor: “Bu daha başlangıç”
Liberal Demokrat-Muhafazakâr Parti koalisyonu yönetimindeki İngiltere’de, ülkenin içinde bulunduğu ve daha da kötüleşeceği senaryoları yazılan ekonomik kriz için önerilen çözümler aylardır tartışılıyor. Televizyon kanallarında İsçi Partisi ve koalisyon hükümetinden temsilciler birbirlerini suçluyorlar. Muhafazakâr Parti mensubu Maliye Bakan’ı George Osborne’un kamu harcamalarında yapılacak kesintilere ilişkin açıklamalarından sonra hükümet yoğun tepkilerle karşılaşmaya başladı.
Esasen krize ilişkin sorunlar ve çözüm arayışları İşçi Partisi iktidarında gündeme gelmeye başlamış, liberal demokratlar yoksul kesimlerin mağdur olmayacağı garantisi vererek seçmenlerin oylarını almıştı. Şimdi seçmenler, iktidara gelmeden önce parlamentoda kesintiler gündeme geldiğinde ret oyu vereceğini söyleyen bugünkü başbakan yardımcısı Nick Clegg tarafından aldatıldıklarını düşünüyorlar. Nick Clegg ise iktidara geldikten sonra ülkenin mali durumunun ciddiyetini anladığını ve o nedenle daha önce ret oyu vereceğini söylemiş olmaktan pişmanlık duyduğunu belirtiyor.
“Krizin faturası göçmenlere ve kadınlara”
Krizin faturası göçmenler ve kadınlar başta olmak üzere, her zamanki gibi alt-orta sınıfa kesiliyor. Yeni planlamalara göre çocuk ve aile yardımlarında, işsizlik ödeneklerinde büyük düşüşler yaşanacak. 2013’den itibaren, geliri yılda 40 bin sterlinden fazla olanlar, yüzde 40 oranında artışla gelir vergisi ödeyecek. Amerika merkezli Göçmen Politikaları Enstitüsü’nün raporuna göre, ülkedeki göçmenlerin yüzde 40’ı şu anda işsiz. İşsizlik sorunu bu derece yaşanırken, çalışabilecek durumda olup da iş başvurusu yapmayan bekar anne-babaların, çocukları 1 yaşına geldikten sonra iş bulma kurumlarına baş vurmazlarsa, aldıkları devlet yardımlarının yaklaşık yüzde 40’ının kesileceği haberleri geliyor. Bekar anneler için çalışmak demek çocuklarına bakıcı bulmak, çocuk bakımı masrafları ile uğraşmak zorunda kalmak demek. Bu, İngiltere koşullarında oldukça zor. Bu nedenlerle kadın örgütleri eylemler düzenliyorlar, imza kampanyaları başlatıyorlar. Küçülme planları nedeniyle metro çalışanları ve itfaiyeciler greve gidiyorlar.
“Aileler, doğmamış çocuklarının üniversite eğitimi için şimdiden düzenli para biriktirmeye başlasınlar”
İngiltere’de yüksek öğrenime ayrılan bütçede yüzde 80’lik bir kesintiye gidilmesi planlanıyor. Tıp, fen bilimleri, mühendislik ve modern diller dışındaki tüm bölümlerin devlet desteğini kaybetmesi gündemde. Hükümetin planlarına göre şu an ortalama 3 bin sterlin olan yüksek öğrenim harçları, 2012’den itibaren yıllık yaklaşık 9 bin sterline yükselecek. Bu da kimi üniversitelerin ya da kimi bölümlerin öğrenci kaybedip küçülmeye gitmek zorunda kalması, hatta kapanması demek. Bir diğer plan ise üniversite eğitim masraflarını mezun öğrencilere ödetmek. Öğrenciler mezun olduktan sonra işe girdiklerinde okullarına olan borçlarını ödemeye devam edecekler. İngiliz gazetelerinde üniversite adayları için Avrupa’daki ucuz üniversiteleri tanıtan haberlere yer veriliyor. Liseye giden gençler şimdiden üniversitede okurken çalışmak zorunda kalacaklarının hesabını yapıyorlar. Ailelere, doğmamış çocuklarının üniversite eğitimi için şimdiden düzenli para biriktirmeye başlamaları öneriliyor. Sosyal bilimler alanındaki akademisyenler istihdam tehdidi ile karşı karşıya.
“Birimiz bile özgür değilse hepimiz tutsağız”
Hal böyleyken İngiltere’nin birçok şehrinde öğrenciler ve akademisyenler, önce kendi kurumlarında oturma eylemleri ve basın açıklamaları ile başlayan, nihayetinde 10 Kasım’da Londra merkezinde dev bir yürüyüşle sonuçlanan tepkilerini etkili biçimde duyurmaya başladılar. Yürüyüşün ardından Muhafazakâr Parti Genel Merkezi yaklaşık 2000 kişilik bir grubun katılımı ile işgal edildi. Yaklaşık 50 bin öğrencinin katıldığı protesto eylemine öğretmenler, akademisyenler, Sosyalist İsçi Partisi başta olmak üzere sol siyasal partiler ve sendikalar destek verdi.
Dayanışmanın bu olağan örneği Türkiye’de her zaman olağandışılaştırılarak karşılanır. Türkiye’de Tekel İşçileri’nin direnişine destek veren sol gruplar (sendika, stk, parti vs) “kimi” çevrelerce “işçi bile olmayan bazı art niyetli gruplar” olarak adlandırılıp marjinalleştirilmişti. Benzer yorumlar öğrenci eylemlerinde ya da 1 Mayıs kutlamalarında da sıklıkla yapılır. Oysa çok iyi biliyoruz ki toplumsal muhalefet, “birimiz bile özgür değilse hepimiz tutsağız” anlayışı üzerine örgütlendiği zaman, öğrenciler işçilerin hakları için, işçiler eşcinsellerin hak mücadelesi için, eşcinseller kamu çalışanları için sokaklara çıktığı zaman radikal bir güce dönüşebilir.
“İngiliz hâkim medyası haberlerini polis bülteninden alıyor”
The Independent’in, başkentte 1990’dan beri görülen en büyük ayaklanma olarak tanımladığı Londra’daki eylemin haberi BBC’de “öğrenci gösterisine tepkiler sürüyor”  teması ile süslenerek verilirken, ana-akım sol gazetelerden The Guardian, polisle çatışmalar, yaralanmalar, camların kırılması ve yangın tüplerinin işgal edilen binanın tepesinden aşağı fırlatılması gibi ekstralar dışında eylemi ‘iyi niyetli bir eylem’ olarak aktarıyor. Guardian’ın köşe yazarları genel olarak eylemi yerinde bulmakla birlikte bina işgali sırasında yaşananları “çirkin ve amaç dışı” olarak nitelendiriyor. Londra’nın yerel gazetesi The Evening Standard, sosyalist Devrim grubu üyesi olduğunun altını çizerek Sussex Üniversitesi öğretim görevlisi Luke Cooper’ı, öğrenci yürüyüşünü “amacından saptıranların ele başı” olarak veriyor ve bina işgalinin kimler tarafından nasıl örgütlendiğini, “elebaşlarının” ve işgalcilerin fotoğrafları ve adları ile birlikte okuyucularına ihbar ediyor. The Times olayları Londra Metropolitan Polisi’nin gözüyle haber yaparak, “Haydutluk ve Kepazelik” manşeti altında polisin nasıl hazırlıksız yakalandığını anlatıyor. Benzer bir perspektifle Daily Express “öğrenci holiganların utanmazlığı” ifadesini kullanıyor. Daily Mail gazetesi, “anarşistler sükûnet içinde geçmesi planlanan eylemi baltaladılar” minvalinde yer veriyor eyleme.
Çok sayıda öğrencinin gözaltına alındığı eylem sonrası Başbakan David Cameron, hükümetin planlarına karşı çıkanların protesto etme hakkı bulunduğunu ancak şiddetin ve kanunları çiğnemenin cezasız kalmaması gerektiğini söyledi. Cameron, harç zamlarından geri dönüş olmayacağını da ekleyerek, bir ülkenin başındaki ortalama bir yöneticinin seslendirmesi beklenen evrensel replikleri izleyenlerine sunmuş oldu. “Demokrat” ve “liberal” kavramları üzerinde daha çok düşünmemiz gerektiğini kanıtlarcasına.
“Esas şiddet kırılan pencereler değil kesintilerin ve özelleştirmelerin yol açtığı tahribattır”
Goldsmiths, University of London öğretim görevlileri sendikası başkanı John Wadsworth yaptığı açıklamada “esas şiddet kırılan pencereler değil kesintilerin ve özelleştirmelerin yol açtığı tahribattır” diyerek eylemin arkasında duruyor ve katılan herkesi Goldsmiths hocaları adına tebrik ediyor. Eylemden sonra konuşan öğrenci liderleri ve akademisyenler, bina işgalini provokasyon olarak nitelendirenlere inat eylemin her anına sahip çıkıyorlar ve işgallerin öğrenci eylemlerinde her zaman tarihsel bir önem taşıdığını söylüyorlar.
Hükümet: “Durdurmazsak anarşi ve kaos hâkim olacak”
Tüm yaşananlar baskının da mücadelenin de dilinin ne kadar evrensel olduğunu gösteriyor. Her iki taraf da “bu daha başlangıç” sözünün arkasında duruyor. Protestocular, eylemlerinin süreceğini ima ediyorlar. Kendilerini mağdur konumunda göstermek isteyen hükümet ise uyarı amaçlı kullanıyor bu cümleyi. Şöyle demek istiyor: “Bu daha başlangıç, durdurmazsak anarşi ve kaos hakim olacak, kahrolsun İngiltere’nin kalkınmasını istemeyen hain öğrenciler, bizleri sırtımızdan hançerleyen akademisyenler”. Tüm bu imalar Türkiye’de yaşadığımız birçok sahneyi zihnimizde canlandırıyor.
Dün Fransa’da, bugün İngiltere’de, belki yarın Türkiye’de, mücadelenin evrensel dili hep şunu söylemeye devam ediyor: “Yıkıcı tutku, aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur”.

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.