Köşe YazılarıYeşillerden

"Ben yolumu buldum"

0

Kopenhag’da aralık ayında gerçekleşen İklim Değişikliği Zirvesi, endişelerimizi haklı çıkardı ve bir fiyaskoyla sonuçlandı. Gerek zirve öncesi büyük aktörlerden gelen mesajlar, gerekse zirvenin ilk haftasında birbiri ardına gerçekleşen skandallar COP15’in “resmi” anlamda çuvallayacağının güçlü işaretlerini vermişti zaten; ortaya çıkan sözümona anlaşma da Kopenhag’dan yana hala umudunu koruyanlara son darbeyi vurmuş oldu.

Ancak umudun nihai bir terk-i diyar eylemesi pek de kolay değil. Kopenhag’da da umut Bella Center’da kaybolurken Klimaforum’da hızla yeşeriyordu. Sıcak, konforlu ve nazik salonları terk ediyor; soğuk, gerçek ve samimi sokaklarda yayılıyordu. Karmaşık ve karmaşıklaştırılmış asık suratlı hesaplamalara sırtını dönüyor, açık ve net, işe yarar çözümlere doğru hızlandırıyordu adımlarını. Bürokrat ve politikacıların tektip, sıkıcı ve ciddi rolü yapan takım elbiselerini üzerinden bir hışımla atıyor; Amerikan yerlilerinin renkli takılarını, campesino’nun hasır şapkasını, el pueblo’nun keten pantolonunu ve Tibet rahiplerinin bordo gömleğini geçiriyordu üstüne. Saçı rastalıydı, sırtında yaşamayı seçtiği basit hayatını sığdırdığı çantası vardı. İnsanlardan bakışlarını kaçırmaktan vazgeçmişti, uzun uzun ve gülümseyen parıltılarla bakabiliyordu hiç tanımadığı birinin gözlerine artık. Öfkeden tamamen arındırıyordu kendini hızla; polis barikatına doğru bir dans ve muhabbet dalgası olarak ilerliyordu. Umut, uzatmalı yareni olan sıkıcı, yıkıcı ve ciddi otoriteyi bir daha geri dönmemek üzere terk ediyor; en başından beri sevdalısı olduğu şenlikli, samimi ve mutlu insana doğru koşuyordu kollarını kocaman açmış. İki sevgilinin buluşmasını görenler sınırsız bir coşku, koşulsuz bir sevgi ve dingin bir yaşama sevincini aynı anda içiyorlardı kana kana.

Bundan 5-10 sene sonra geriye dönüp baktığımızda, Kopenhag’dan aklımızda kalacak manzara bu olacak. Özellikle 90’ların sonundan beri adım adım yayılan bir gülümseme bu; farklı akım ve görüşlerden gelen ama temelde aynı “yol”u adımlayan insanların ilk büyük toplaşması, birbirini hissedişi, birbirine dokunuşu ve birbirinden gerçek anlamda haberdar oluşu olarak hatırlanacak 2009’un son demleri. Yalnız olmadığımıza kesin olarak emin olduğumuz an, insanlığı her şeye rağmen aydınlık bir geleceğin beklediğine kanaat getirdiğimiz dakika, mutluluğun tanımını sözlerimizle değilse de bakışlarımızla yapmayı başardığımız gün, doğanın ve evrenin zengin tekliğini yeniden hatırladığımız kutsal bir farkındalık karnavalı olarak geçecek halkların tarihine.

Bu buluşmanın ana aktörünün gençler olduğunu da hatırlatmamız gerekiyor birbirimize. Hatırlatmamız, hatırlamamız, hatırımızda tutmamız gerekiyor; çünkü yaşları ne olursa olsun “genç” denince akla gelenleri ruhunda, kalbinde ve dimağında taşıyor birbirine coşkuyla sarılanlar. Duygularını göstermekten korkmuyor, müziği ve ritmi her daim duyuyor, ne istediğini biliyor, tüketici ve yok edici bireyselcilikten uzak tutuyor kendini; barış, dayanışma, birlik ve gerçek bir devrimi gerçekleştirmeye kendinden başlıyor. Kendisine sunulan parıltılı ve ama içi boş hediye paketlerini gülümseyerek geri çeviriyor, “İhtiyacım yok” diyor, “Ben kendi yolumu buldum” diyor, “Sen de gel, bir bak istersen” diyor, elini uzatıyor önyargısız. Bu yüzden de dalga dalga büyüyor; kimseyi yaftalamadığı, hiçbir varlığı değersiz ve işe yaramaz sanmadığı, ve gülümseyişiyle çelikten beter buzları paramparça edebildiği için.

Bu güçlü gülümseme artık her yerde. Güney Amerika’nın ova ve yaylalarındaki yün kazaklı campesino’nun, dünyanın her yerinden elleri nasırlı pueblo’nun, dingin ve sakin bakışlı asyalı çiftçinin, gözlerinden sarmalayıcı bir ateş fışkıran güçlü afrikalının, cebinde sarma tütünü ve sırtında devasa çantasıyla gezgin rastalının, taşradan gelen saf yürekli esnafın, farkında ve duyarlı şehirlinin, ağarmış sakallı ve huzur dolu bakışlı ihtiyarın yüzünde. Ve bu yüzler birbirine baktıkça güzelleşiyor, öğreniyor, farkına varıyor : Kadından sevgiyi, çocuktan saflığı, tibetliden ruhsallığı, toprağı işleyenden emeği, ağzı laf yapandan sözün uçtuğunu, eli kalem tutandan yazının kaldığını öğreniyor. Barış ve huzur dolu, doğayla bir, eşit, ayrımcılıksız, hoşgörülü, sürdürülebilir ve dostluk üzerine kurulu bir dünyanın mümkün olduğunu görüyor, gösteriyor. İklim değişikliğinin bir sorun değil, esas sorunun bir semptomu olduğunu haykırıyor olanca gücüyle. Günü kurtarmalık sözde reformlara kanmıyor; geçiş süreçlerinin gerekliliğini kabul ediyor, ve ama gitmek istediği yeri de tereddütsüz gösteriyor parmağıyla.

Modernitenin betonunu tuzla buz ediyor nefesiyle, ve toprağı yeniden avuçluyor.

You may also like

Comments

Comments are closed.