Köşe Yazıları

En Eski Hikaye – 1. Kısım

0

Bu hikaye çok eskiye dayanır. Hem de çok eskiye. O zamanlar insanlar vardı yeryüzünde. Ve meyveler vardı. Ve meyvelerin içinde her şey vardı.

Her şey zaten her şeyin içinde de vardı. Her şey, her şeyin içinde olduğu gibi; her şey insanın içindede vardı. “Ee madem her şeyin içinde her şey vardı, diğerlerine ne gerek vardı” diyeceksiniz. İşte dünyanın sırrı o zamanlar böyleydi. Öylesine bereketliydi ki her şeyden fazlası bile fazla değildi. Yine de azdı. İşte meyveler bunun için vardı. Fazlalığın fazlasıydı meyveler. Öylesine renkliydiler ki bir tanesinin içinde bütün renkler vardı. O zamanlar bir renge baktığınızda bütün renkleri görürdünüz. Öylesine lezzetliydiler ki bir tanesini yediğinizde ömrünüze ömür katardınız.

O zamanlar insanlar; şimdiki bizler gibi ölümü dört gözle beklemezlerdi. Kıskanırlardı tanrıları, hiç ölmek istemezlerdi. Daha fazla yaşamak için daha fazla meyve yerlerdi. Yerken öylesine mutlu olurlardı ki bir tek gülüşlerinde yine her şey yatardı. Bir gün ölecek olmaları onların en büyük mutluluklarıydı adeta. Her anı daha değerli bulup daha çok gülmek için daha çok meyve yerlerdi. Hakikaten de tanrıların onlara biçtikleri bir ömür vardı. Onlar da zaten günleri gelince ölürlerdi.

Fakat öyle mutlu yaşarlardı ki sonsuzluktan daha uzun sürerdi ömürleri. Tanrılar ise tanrı olmalarına rağmen bu kadar mutlu olamazlardı. Gökyüzünden insanları seyreder, onlar gibi olmaya çalışırlardı. Hem izlerlerdi, hem de hasetlerinden çatlarlardı. Arada bir insanların arasına karışıp onlarla yaşamaya çalışır, onların mutluluğundan çalmaya kalkarlardı. İnsanlar öylesine zevk ve mutlulukla yaşarlardı ki, tanrıların uşakları bu zevklerden birazcık da kendileri yararlanmak için ne kaçamaklar yaparlardı. Sırf bu yüzden birçoğu ölümsüz cezalara çarptırılmıştır. Cezalar gittikçe ağırlaşmasına rağmen yine de caydırıcı olmamaktadır. Eee artık yönetim olarak buna akıllıca bir çözüm gerekmektedir. Her gün bütün tanrılar, tanrı baba Zeus’un yanına gelir, insanoğlunun o günkü onlara göre terbiyesizliklerini anlatırmış. Zeus’ta bunları dinler, dinler içinden duruma o da sinirlenir, fakat diğerlerine, “siz karışmayın ben işimi bilirim” dermiş. Tüm bunlar olurken oğlu Hermes kucağındaymış. Diğer tanrılar onu çocuk sayıp Zeus’a bunları anlatırken o da dinlermiş. Bir çocuk olarak çok hoşuna gidermiş insanların zevkleri, oyunları, mutlulukları. Yani hep neşe içinde olmaları. Diğer tanrılar durumu pervasızlıkmış gibi anlatınca biraz şaşırırmış, ama babası diğer tanrılara siz karışmayın deyince babasının da hoşuna gittiğini sanırmış.

İşte tüm tanrılar insanlara haset duyarken Hermes ilk esinlerini insanlardan almış. Babası hiç konuşmadığından, bir şey öğretmediğinden, o da insanlardan öğrenmiş hayatı.

Derken durum değişmeye başlamış. Kimse fark etmezmiş değişimi. Kimse de fark etmemiş zaten. Zeus öylesine derin bir büyü yapmış ki, insanları çok geniş zamanlarda bir uyku sarmış. Yine her şey aynı gibiymiş ama artık fark, her şeyin, her şeyin içinde olmamasıymış. Zeus; zaman içinde tüm insanlar yavaş yavaş nesil değiştirirken; her şeyin içinden her şeyi, biraz biraz almış. İnsanların ömürleri yine aynı ömürmüş, meyveler eski resimlerdeki meyveler gibiymiş, ama artık her şeyin içinde her şey yokmuş. Bütün tanrılar sonsuzlukta yaşadıklarından, zamanla gelen bu değişimi hiçbiri fark etmemiş. Hala daha insanların zevklerini, pervasızlıklarını gelip şikayet ederlermiş, ama artık ne kadar seyrek geldiklerini, zaman anlayışları olmadığından fark etmeyip, gelip hala dert yakınırlarmış. Zeus ise hala, “siz benim işime karışmayın” dermiş. Her gün biraz daha renk, mutluluk ve neşe çalarmış insanların hakkı olan paydan.

Kimse fark etmemiş insanların gözlerindeki parıltının eksildiğini. Mutluluklarının, neşelerinin her gün biraz daha azaldığını, oyunlarının eski tadı vermediğini kimse fark etmemiş. Hermes dışında…

You may also like

Comments

Comments are closed.